AIDS: Acquired Immune Deficiency Syndrome kelimelerinin baş harflerinden oluşturulmuş bir kelimedir. “Edinilmiş İmmun yetmezlik sendromu” adı verilen bu hastalık HIV (Human Immune Deficiency Virus) adı verilen virüsün cinsel ilişki, virüsü taşıyan kanın nakledilmesi, virüsü taşıyan bir hastanın vücut salgılarıyla temas ile (cinsel ilişki olmadan intim (cinsel içerikli) öpüşme, hastane personelinin yeterli önlem almaksızın virüsü taşıyan kişiye tıbbi bakım hizmeti vermesi gibi) vücuda giren virüsün temel hedefi bağışıklık sistemidir. Bu sistemi zayıflatarak veya etkisiz hale getirerek çeşitli fırsatçı enfeksiyonların ve belli kanser türlerinin ortaya çıkmasına neden olur. İlk temastan kanda virüsün saptanmasına kadar geçen süre 6 ay kadar uzun, ilk belirtilerin ortaya çıkmasına kadar geçen süre ise 10 yıl kadar uzun olabilir.
Vajinal Mantar Enfeksiyonu
Vajinal mantar enfeksiyonları ilk kez 1849 yılında gebe bir kadında tanımlanmıştır. Erişkin kadınların yaklaşık %75’i yaşamlarının herhangi bir döneminde en az bir kez mantar enfeksiyonu geçirirler. Çoğu kez gebelik, antibiyotik kullanımı gibi nedenlerle ortaya çıkan bu durum tedaviye kolay cevap verir. Ancak kronik vajinal mantar enfeksiyonu hem cinsel hem de psikolojik sorunlara yol açabilir.
Vajinal mantar enfeksiyonlarına yol açan mikroorganizmalardan en sık görüleni Candida Albikans adı verilen bir maya hücresidir. Vakaların %67-95’inde bu mantar hücresi sorumlu olarak bulunduğundan, vajinal mantar enfeksiyonları genelde vajinal kandidiyazis şeklinde tanımlanır. Candida Albikansın vajinada zaten normalde bulunan bir organizma mı olduğu yoksa belirti vermeyen kadınlarda saptandığında mutlaka tedavi edilmesi gereken bir patojen mi olduğu günümüzde dahi açıklığa kavuşturulamamış bir sorudur.
Erkek semeninde üretilemediği için cinsel yolla bulaşan bir hastalık olarak kabul edilemez.Ancak yapılan araştırmalarda eşlerin benzer tipte mantar hücresi taşıdıkları saptandığı için pek çok hekim tedavide eş tedavisi de uygulamayı uygun görmektedir.
Vajinada belirti vermeden bulunan kandidalar çeşitli faktörlerin etkisi ile aktif hale geçerler ve klasik belirtiler ortaya çıkar. Ancak önemli bir gerçek de vakaların %50’sinde bu tür bir faktör olmadan hastalığın ortaya çıktığıdır.Vajinal mantar enfeksiyonlarını tetikleyen faktörler şunlardır:
Antibiyotikler: Geniş spekrtumlu olarak tabir edilen güçlü antibiyotikler vajinanın normal pH dengesini bozarak mantar enfeksiyonu için uygun ortam hazırlarlar. Vajinitte en sık etkili olan antibiyotikler tetrasiklin ve penisilin grubu ilaçlardır.
Gebelik: Özellikle gebeliğin son 3 ayında hücresel bağışıklığın azalması ile kandida gelişimi kolaylaşır. Yine gebelikte vajinada glikojen adı verilen maddenin artışı da bu olayı hızlandır. Vajinada glikojenin artmasına ise kanda östrojen ve progesteron miktarının yükselmesi neden olur.
?eker Hastalığı: Kan şeker düzeylerinin dengesiz seyrettiği kontrolsüz diyabette idrar ve vajinal salgılarda şeker düzeyleri artar, bu da mantar için uygun bir ortam hazırlar.
İmmunosupresyon: Bağışıklık sisteminin baskılanması demektir. İlaçlar ya da sistemik hastalıklar sonucu hücresel bağışıklık sisteminin baskılanması kandidiazisi hızlandırır.
Doğum Kontrol hapları: Eski tipte yüksek doz oral kontraseptiflerin vajinal kandidiasiz için uygun zemin hazırladığı ileri sürülse de günümüzdeki düşük doz ilaçlar ile bu görüş geçerliliğini yitirmiştir.
Rahim içi araç (spiral): Etkisi tam olarak bilinmemektedir. Ancak kandidiazis için predispozan faktör olduğu ileri sürülmektedir.
Hormon kullanımı: Östrojen ve progesteron içeren ilaçların alımı kandidiazis görülme oranını arttırır.
Naylon giysiler: Özellikle kilolu kadınlarda giyilen naylon giysiler ve çamaşırlar bölgede sıcaklık ve nem artışına neden olurlar. Bu durum mantar hücreleri için altın değerinde bir fırsattır. Gelişen enfeksiyon tekrarlama ve kronikleşme eğilimindedir.
Lokal allerjenler: Renkli tuvalet kağıtları, parfümler, yüzme havuzundaki ilaçlar, tampon ve pedler alerjiye neden olabilirler. Alerjik zemin üzerinde ise daha sonra mantar enfeksiyonu gelişebilir.
Metabolik hastalıklar: Tiroid hormonu bozukluğu gibi hastalıklar kandidiazis için uygun zemin hazırlar
?işmanlık
Kronik servisit
Radyasyon
Belirtleri Vajinal mantar enfeksiyonunun en önemli ve en sık görülen belirtisi kaşıntıdır. Bu kaşıntı geceleri şiddetlenir ve sıcak etkisi ile artar. Hastaların çoğunda dış genital organlarda yanma vardır. Özellikle idrar yaparken, idrarın değdiği bölgelerde şiddetli yanma hissi olur. Bazı hastalarda cinsel ilişki esnasında ağrı olabilir.
Vajinal kandidiazisde akıntı her zaman olmaz. Eğer mevcut ise bu akıntı beyaz renkli ve içerisinde süt ya da peynir kesiği şeklinde tanımlanan ya da kireç benzeri olarak nitelendirilen parçacıklar bulunur. Akıntıda kötü koku görülmez. Kokunun olması kandidiazise eşlik eden ikinci bir enfeksiyonun varlığını akla getirmelidir.
Vulva ve vajinada kızarıklık ve şişlik olabilir. Vajina duvarında mantar plakları bulunabilir.Bunların görülmesi kandidiazis için tipiktir.
Kaşımaya bağlı olarak vulva derisinde soyulmalar ve küçük kanamalar olabilir.
Tanı Vajinal mantar enfeksiyonlarının tanısı güç değildir. Genelde muayene esnasında hastanın şikayetleri ve muayene bulgularının bir arada değerlendirilmesi ilave bir laboratuvar tetkikine gerek kalmadan tanı koydurur. Vajinal kandidiazisde kültür almanın rolü yoktur. Bunun yerine alınan akıntı örneğinin potasyom hidroksil ile muamele edildikten sonra mikroskop altında incelenmesi ve tipik mantar psödohiflerinin görülmesi tanıyı kesinleştirir.
Tedavi Vajinal mantar enfeksiyonlarının tedavisi hem çok kolay hem de zordur. Tedavi ile akut şikayetler büyük ölçüde giderilir. Ancak hastaların %5-25’inde hastalık daha sonra tekrarlar. 1 yıl içinde en az 4 defa kandidazis atağı geçirilir ise bu durumda tekrarlayan enfeksiyonladan söz edilmektedir. Bu yeniden atakların nedeni mantar mayalarının vajinadaki sağlam dokuların içine girerek derinlere kadar ilerlemesi ve burada sessiz kalmaları ve ilaçlardan da etkilenmemesi olarak açıklanmaktadır. Vajina hücreleri sürekli bir yenilenme içinde bulunduğundan üstteki hücreler dökülüp alttaki hücreler yüzeye çıktıkça bu mayalarda yüzeye yaklaşmakta ve uygun ortam bulduğunda yeniden enfeksiyona neden olmaktadır. Bu duruma invazif kandidiyazis adı verilir. İnvazif kandidiazisin önlenmesinde predispozan faktörlerin ortadan kaldırılması şarttır.
Tedavide hem sistemik hem de lokal ilaçların kullanılması gereklidir. Lokal ilaçlar hem vajinal ovül (fitil) hem de krem şeklinde olabilir. Tekrarlayan enfeksiyonlarda ise bazı yazarlar eş tedavisi gerektiğini düşünmektedirler.
Ağızdan alınan sistemik tedavide tek günlükten 1 haftalığa kadar tedavi protokolleri ve ilaçlar mevcuttur. Aynı durum vajinal ovüller için de geçerlidir.
Tedavi esnasında naylon giysiler giyilmemesi, çamaşırların pamuklu olması, kaynatarak yıkanması ve buharlı ütü ile ütülenmesi, dar giysilerden kaçınılması, vajinanın su ile yıkanmaması bunun yerine nötr pH derecelerine sahip ve bu amaçla üretilmiş sıvı sabunların kullanılması tedaviyi kolaylaştırır.
Frengi Cinsel yolla bulaşan hastalıklar (CYBH) çok çeşitli belirtiler verebilirler. Bu belirtiler arasında en önemlileri kadınlarda vajinal akıntı, kasık ağrısı, dış genital bölgede tek veya çok sayıda ağrılı veya ağrısız lezyonlar, kasık lenf bezlerinde şişme sayılabilir. Erkeklerde de yine penis ucundan akıntı ve yukarıda sayılan diğer belirtiler gözlenebilir.
CYBH grubunda yer alan frengi, bu grup hastalıklar arasında erken dönemde başvurulduğunda nispeten kolay tedavi edilebilen bir hastalıktır. Aksine, ilk belirtiler göz ardı edildiğinde hastalık organ hasarına ve böylece kalıcı bazı hastalıklara neden olabilmektedir. Bu nedenle herkesin frenginin ve elbette diğer CYBH’lerin belirtileri hakkında duyarlı olması önemlidir.
Frengiye neden olan bakteri (treponema pallidum) hastalığı taşıyan biriyle temastan yaklaşık 3 hafta sonra, bakterinin girdiği bölgede mercimek büyüklüğünde kırmızı, ağrısız bir kabarıklık oluşturur. Daha sonra bu kabarıklık derinleşerek frengi ülseri adı verilen “yara” şeklindeki ağrısız lezyonu meydana getirir. Bu ülser 4-6 hafta içinde iz bırakmadan iyileşir. Bu ilk belirti belli bir süre sonra kendiliğinden ortadan kalktığından bazı hastalar bunu hatalı bir şekilde iyileşmiş olma yönünde değerlendirirler. Halbuki bakteri vücuttadır ve çoğalmaya devam etmektedir. Frenginin belki de en kolay tanınabilen bu belirtisi, hastalığın en kolay tedavi edildiği başlangıç döneminde meydana gelen ve asla ihmal edilmemesi gereken bir belirtidir.
Genital bölgede yara yalnızca frengiye bağlı değil, diğer bazı cinsel yolla bulaşan hastalıklara bağlı da oluşabilir. Bu nedenle genital bölgede ister ufak, ister büyük, ister ağrılı, ister ağrısız, ister iyileşen, isterse devam eden her türlü lezyon doktor tarafından değerlendirilmelidir.
Kadınlar böyle durumlarda öncelikle kadın-doğum uzmanına, erkekler ise üroloji (bevliye) uzmanına başvurmalıdırlar. Kesin tanı ve tedavi bu branş doktorlarının ilk incelemesi sonucu hastayı gerekli durumlarda cildiye uzmanına göndermesiyle gerçekleşir.
Genital Herpes (uçuk) Yaygın adı ile uçuk olarak bilinen lezyon, Herpes Simpleks Virus (HSV) adı verilen virüsün yol açtığı bir enfeksiyondur. Sadece 45 milyon kişi A.B.D.’de bu hastalğa yakalanmıştır ve her yıl 500.000 yeni vaka ortaya çıkmaktadır. Bu tablonun dramatik olan yanı hastaların %80’i ya herhangi bir yakınma ortaya çıkmadığı için ya da belirtileri yanlış yorumladığı için hasta olduğunun farkında değildir. HSV’nin 2 tipi vardır: HSV1 ve HSV2. HSV1 genelde dudak etrafındaki uçuk şeklinde lezyonlara neden olurken, HSV2 genelde genital organlarda enfeksiyon yaratmaktadır. Virus ilk defa enfeksiyon yarattıktan sonra sinir düğümlerinde sessiz olarak yıllarca bekleyebilmekte ve uygun ortam ve zamanda yeniden enfeksiyona neden olabilmektedir. Bu nedenle HSV enfeksiyonları sinsi enfeksiyonlardır.
Belirtiler
Herpes bulguları kişiden kişiye değişir. İlk atakta genelde virüs ile tamastan sonra 2 gün 3 hafta arası bir sürelik kuluçka devresini takiben yanma, kaşıntı, bacaklarda ağrı, kalça ve genital bölgede ağrı, vajinal akıntı, karın boşluğunda dolgunluk hissi görülebilir. Bu ilk bulgulardan birkaç gün sonra enfeksiyon alanında uçuk tarzı yaralar ortaya çıkar. Bu yaralar vajinada ve rahim ağzında olabilir. 3-4 gün içinde bu yaralar iz bırakmadan kaybolurlar. Bu aşamadan sonra virus omurilik düzeyinde sinir köklerine giderek yerleşir ve burada inaktive halde beklemeye başlar. Pek çok kişide de periyodik olarak re-enfeksiyona neden olur. Bu nefeksiyonlar esnasında virüsler sinirler boyunca ilerleyerek genelde ilk enfeksiyonu yarattığı alanların yakınında yeni lezyonları yapar. Her enfeksiyon atağı esnasında gözle görülebilen lezyonların bulunması şart değildir. Çoğu zaman fark edilmeyen ataklar olur. Bu dönemlerde vajinal salgılar ile virüs yayılımı olduğundan kadın cinsel partnerine hastalığı bulaştırabilir.
Tanı
Gözle görülebilen lezyonların varlığında tanıyı koymak kolaydır. Ancak bunun HSV olduğunu göstermek için bazı laboratuar tetkikleri gerekebilir. Bunun en iyi yolu aktif enfeksiyon sırasında lezyonlardan alınacak materyalde viral kültür yapmaktır. Ancak bu oldukça masraflı bir tekniktir. Materyalde virüs üretilememesi hastalık olmadığı anlamına da gelmez. Kesin tanının çok zor olması nedeni ile pek çok vaka hatalı olarak teşhis ve tedavi edilmektedir.
Kanda yapılan immünolojik testler ile de HSV varlığı saptanabilir. Ancak bu testler aktif enfeksiyonu göstermez. Sadece kişinin hayatının herhangi bir döneminde enfeksiyon geçirip geçirmediğini ve bağışıklık sisteminin virüse karşı antikor geliştirip geliştirmediğini belirler. Antikorlar bulunsa bile bunlar kişiyi yeni enfeksiyonlardan korumaz. Kan testi ayrıca oral ve genital enfeksiyonların ayrımını da sağlayamaz. Son zamanlarda HSV1 ve HSV2’yi ayrıt edebilen kan testleri geliştirilmiş olmakla beraber bunların yaygın kullanımı henüz daha mevcut değildir.
Tedavi
Günümüzde Herpes tedavisi için değişik ilaçlar mevcuttur ancak bu ilaçlar kesin tedavi sağlayamamaktadırlar. Viral bir enfeksiyon olduğu için antibiyotikler etkisiz olmaktadır. İlaçlar sadece ilk atağın şiddetini azaltmakta ve süresini kısaltmakta, daha sonraki atakların ise sıklığını düşürmektedir.
HSV enfeksiyonu geçiren kişiler bazı birkaç basit kurala uyarak enfeksiyonun süresini ve bulaşıcılığı azaltabilirler. Bu önlemlerden en basit fakat en önemli olanı enfekte alanı temiz ve kuru tutmaktır. Uçuk olan bölgeye dokunmamak ya da dokunduktan sonra hemen elleri yıkamak son derece önemlidir. Lezyonlar tamamen iyileşene kadar cinsel ilişkiden kaçınmak da önemli bir konudur. Tekrarlayan enfeksiyonlar travma, soğuk algınlığı, adet görme ya da stres gibi vücut direncini düşüren durumlarda ortaya çıkmaktadır.
Riskler
Genital Herpes enfeksiyonu bazı riskleri de beraberinde getirir.Ancak uzun dönem hayat kalitesini etkileyebilecek etkileri yoktur. Gebelik gibi genel vücut direncinin azaldığı durumda olan kişiler aktif enfeksiyon açısından dikkatli takip edilmelidirler. Eğer Herpesin ilk atağı gebelik esnasında ortaya çıkarsa bu durumda virüs bebeğe geçebilir ve bu tür gebeliklerde erken doğum riski her zaman bulunur. Neonatal herpes ile doğan (anne karnında iken virüs ile temas eden ve enfekte olan) bebeklerin %50’sinde nörolojik hasarlar ve ölüm meydana gelir. Bebeklerde beyin iltihabı, göz problemleri, ciddi boyutta döküntüler ortaya çıkar ancak bu bebeklerin büyük bir kısmı antiviral ilaç tedavilerinden yarar görürler.
Bebeklerdeki risk büyük ölçüde annenin geçirdiği atağın ilk ya da tekrarlayan atak olmasına bağlıdır. Aktif enfeksiyon varlığını araştırmak için yapılan viral kültürlerin sonucu uzun bir süre aldığı için genital herpesden şüphelenilen vakalarda doğum şekli olarak sezaryen tercih edilir. Eğer aktif enfeksiyon yok ise sezaryen şart değildir.
Genital Siğiller Genital siğiller hem kadında hem de erkekte genital bölgede Human Papilloma Virus (HPV) enfeksiyonu sonucu gelişen karnabahar görünümünde, bazen tek bir bölgede, bazen birkaç bölgede, bazen topluiğne başı kadar ufak, bazen de 5 cm çapına (ender durumlarda 15-20 cm. çaplı olabilir) erişebilen ağrısız kitlelerdir.
Ülkemizde de giderek artan sıklıkta görülen bu cinsel yolla bulaşan enfeksiyonun hem erkekte hem de kadında, ancak özellikle kadında yaratması muhtemel sağlık sorunları nedeniyle her bireyin bu enfeksiyon hakkında bilgi sahibi olması ve kendisinde ya da eşinde bu enfeksiyondan şüphelendiğinde doktora başvurması gerekir.
HPV nedir?
HPV (Human Papilloma Virus) genital bölgede ve mukozalarda enfeksiyon yapan ve condyloma acuminatum (kondiloma aküminatum ya da kısaca kondilom) adı verilen siğil şeklinde kitlelerin oluşumuna neden olan bir virüstür. Çoğu virüs hastalığında olduğu gibi HPV de bir kez vücuda girdiğinde hücreler içinde yerleşir ve zaman zaman alevlenmelere yol açar. Bu yüzden HPV enfeksiyonu kesin tedavisi olmayan bir hastalık olarak kabul edilir.
Nasıl bulaşır?
HPV enfeksiyonu cinsel yolla bulaşan hastalıklar grubunda yer alır. Özellikle çok sayıda cinsel eşi olan (veya öncesinde olmuş olan) bireyler ve bu bireylerin eşlerinde yaygındır. Virüsün bulaşması başka bir bireyin enfekte bölgesinin (penis gibi) mukozalara (ağız ve vajina gibi), ya da doğal olarak nemli bölgelere (anüs gibi) temasıyla olur.
Nasıl belirti verir?
HPV bulaştıktan sonra 2-6 aylık bir kuluçka devresini takiben genital bölgede ve/veya anüs etrafında sayıları ve büyüklükleri değişken kondilom (siğil) adlı kitlelerin oluşmasıyla belirti verir. Belirtiler bireysel özelliklerden oldukça etkilenir ve özellikle erkeklerde enfeksiyon tümüyle belirtisiz seyredebilir. Kadında da belirtisiz seyredebilir, ancak “belirtisiz” seyreden bu durumlarda büyüteçle (kolposkopi) yapılan ayrıntılı incelemelerde dış genital bölge, vajina ya da servikste çok ufak çaplı kitleler çoğu kadında saptanır. Özellikle kadınlarda bazı durumlarda vajina-anüs arası bölgeyi, anüsü ya da vajinayı tümüyle dolduran karnabahar görünümlü dev kitlelere de rastlamak mümkündür. Oral (ağız yoluyla) genital seks uygulamalarında ağız mukozasında da lezyonlar ortaya çıkabilir.
Kadınlarda bazen HPV enfeksiyonunun tek belirtisi jinekolojik muayenede papsmear incelemesinde HPV enfeksiyonuna özgü hücresel anormallikler (koilositoz) bulunmasıdır.
HPV oldukça bulaşıcı bir virüstür ve genital bölgedeki lezyonların mukozalar ya da genital bölgelerle (cinsel ilişkide olduğu gibi) kısa süreli teması bile bulaşması için yeterlidir. Genital bölge mukozasının vajina yoluyla dış ortama açık olması nedeniyle özellikle erkekten kadına daha kolay bulaşır.
Enfeksiyonun yarattığı sağlık sorunları nelerdir?
Genital bölgede kondilom (siğil) oluşumuna neden olan HPV, hücrelerin içine yerleşerek hücrenin genetik yapısını etkileyebilme özelliğine sahip bir virüstür. HPV’nin çok sayıda alt tipi vardır. Bu alt tiplerden bazıları hücrelere olan etkileriyle hücrelerin kendi kendine hızla ve kontrolsüzce çoğalabilen hücrelere dönüşmesine neden olmaktadır. Hücrelerin kontrolsüzce çoğalma özelliği kazanması ise hücrelerin bulunduğu dokuda kanser oluşumu riskini beraberinde getirmektedir. Serviks, vagina ve vulva kanserlerinin gelişiminde HPV’nin bu onkojen (kanser yapıcı) alttiplerinin çok önemli bir rolü olduğu düşünülmektedir. Bu etkiler uzun vadeli etkilerdir ve ancak onkojen etkiye sahip HPV alttipleri tarafından başlatılırlar.
Gebelik açısından HPV enfeksiyonunun önemi daha farklıdır:
Gebelik döneminden önce varolan ya da gebelikte yeni çıkan kondilom kitlelerinin aşırı büyümesi bazen doğum kanalının tıkanmasına neden olur ve vajinal yolla normal doğum imkansız hale gelir.
Diğer bir istenmeyen durum da bebeğin doğum eylemi esnasında doğum kanalından geçerken kanaldaki HPV’yi kapması sonucu meydana gelir. Virüsün bulaşması bebeğinin larinksinde (ses tellerinin bulunduğu organ) papillomlar (ufak kitleler) oluşmasına neden olabilir.
Nasıl tanı konur? Genital bölgedeki kitlelerin tipik görünümü tanı koymak için yeterlidir. ?üpheli durumlarda kitlelerden biopsi alınarak tanı koymak gerekebilir.
Genital kondilomu olan kadınların komple bir jinekolojik muayeneden geçmeleri ve bazı HPV alttiplerinin onkojen (kanser yapıcı) özelliği nedeniyle papsmear incelemesine tabi tutulmaları uygundur. ?üpheli durumlarda ileri inceleme için kolposkopi (vulva, vajina ve serviksin büyüteçle incelenmesi) ve gerekli durumlarda şüpheli bölgelerden biopsi alınması gerekebilir. Ayrıca günümüzde HPV’nin alt tiplerini belirlemek ve etkenin HPV’nin onkojen alt tipi olup olmadığını saptamak da mümkündür.
Nasıl tedavi edilir?
HPV enfeksiyonunun tedavisinde temel prensip nüksleri en aza indirmek için kitlelerin mümkün olduğunca temizlenmesidir. Bu amaçla virüslere etkili ilaçlar kullanılarak lokal (bölgesel) tedavi ve büyük lezyonların koterizasyon yoluyla yakılması şeklinde tedavi uygulanır.
Hatırda tutulması gereken nokta tedavinin yalnızca görünen lezyonları ortadan kaldırmakla sınırlı olduğudur. HPV enfeksiyonu kronik seyreder ve kitleler ortadan tümüyle kalksa da hücrelerin içinde gizli bir şekilde yaşamını sürdüren virüsler sayesinde bulaştırıcılık devam eder.
Korunma
HPV cinsel yolla bulaşan bir hastalık olduğundan bu konuda alınan genel önlemlerin alınması HPV enfeksiyonundan korunmada tek yoldur. AncakHPV’nin bulaştırıcılığı o kadar yüksektir ki, şüpheli ilişkilerde kondom kullanımı bile koruyamayabilmektedir. Cinsel temas esnasında erkek genital bölgesinin prezervatifle korunmayan kısımlarından kadına ya da tam tersi kadından erkeğe bulaşma söz konusu olabilir. Bu yüzden bariz kondilom lezyonları olanlarla ilişkiye girmemek çok önemlidir.
Hepatit B (sarılık) Geçirildiğinde bazı durumlarda ciddi belirtilerle seyredebilen, bazen de kronikleşerek ciddi sağlık sorunları yaratabilen bir hastalık olan Hepatit B, basit bir aşıyla hemen tümüyle önlenebilen bir hastalıktır.
Hepatit B enfeksiyonu, Hepatit B virüsünün (HBV) karaciğer dokusunda enfeksiyona yol açmasıyla ortaya çıkan bir durumdur. Virüs vücuda ilk kez girdiğinde şiddetli belirtiler ve sarılık yapabileceği gibi hiç bir belirti de vermeyebilir. Enfeksiyon sonrası seyir tam şifa ve ömür boyu süren bağışıklık olabileceği gibi kronikleşme ve kalıcı karaciğer hastalığına dönüşüm de söz konusu olabilir.
Hepatit B geçiren erişkinlerin %5-10’unda, çocukların ise %70’inde hastalık kronikleşir. Kronikleşen hepatit B enfeksiyonu karaciğer yetmezliği, siroz, karaciğer kanseri riskini önemli oranda artırır. Ek olarak kronik hepatit B enfeksiyonu olanlar virüsü taşımaya devam ettikleri için hastalığı başta yakın temas halinde olduğu kişiler olmak üzere diğerlerine bulaştırmak için önemli bir kaynak teşkil ederler.
İlk enfeksiyon sonrası taşıyıcı durumuna geçmeyen şanslı bireylerde vücutta gelişen antikorlar hastalığa karşı ömür boyu bağışıklık sağlarlar ve bu bağışıklığı olanlarda kronik enfeksiyona bağlı riskler gerçekleşmez. Dünya Sağlık Örgütü hepatit B virüsünü insanda sigaradan sonra kanser yapan en önemli dış etken olarak değerlendirmektedir.
Belirtileri nedir?
Virüs vücuda girdikten sonra 60-120 gün süren bir kuluçka dönemi sonrası belirti vermeye başlar. Hastaların yarısında hafif kırgınlık gibi hastalığa özgü olmayan belirtiler gözlenirken, diğer yarısında kas ve eklem ağrıları, baş ağrısı, bulantı kusma, yorgunluk, karaciğer bölgesinde ağrı gibi belirtilerle birlikte gözaklarında sararma, ciltte sararma, idrar renginde koyulaşma, dışkı renginde açılma ortaya çıkabilir.
Kimlerde olur? (Risk grupları)
Hepatit B enfeksiyonu damar yoluyla uyuşturucu kullananlarda, homoseksüel ilişkisi olanlarda, doktor, hemşire gibi sağlık personelinde, kanama bozukluğu nedeniyle sık sık kan ya da kan ürünü alanlarda, hemodiyaliz hastalarında diğer insanlardan daha sık görülür. Hastalığı taşıyan kişilerin yakınları da büyük risk altındadır.
Cinsel ilişki virüsün bulaşması için en uygun yollardan biridir ve bu haliyle hepatit B cinsel yolla bulaşan hastalıklar arasında da en ön sıralarda yer alır.
Hepatit B virüsünü taşıyan kişilerin kanlarında, tükürük salgılarında, spermaları (meni) içinde , vajinal salgılarında virüs yoğun olarak bulunur. Virüsün çok az bir miktarının bile bağışıklığı olmayan birinin kan dolaşımına geçmesi enfeksiyonu başlatmaya yeterlidir. Virüs ciltte, ağızda, genital bölgelerde gözle bile görülmeyen ufak çatlaklar bularak kişinin kan dolaşımına geçebilmektedir. Aynı kaptan yemek yiyen kişiler arasında ve iyi temizlenmemiş çatal-bıçak gibi malzemenin kullanılmasıyla da bulaşabilir.
Hepatit B uygun aşılamayla önlenebilen bir hastalıktır. Bu yüzden ülkemiz de dahil olmak üzere tüm dünyada bu virüse karşı yoğun bir aşı kampanyası başlatılmıştır. Artık çocukların aşı takvimlerinde hepatit B aşısı rutin olarak yer almaktadır. Amaç, bir zamanların salgın hastalığı olan ve şu anda dünyadan silinmiş çiçek hastalığı gibi hepatit B hastalığını da sonsuza kadar silmektir. Sizin kolunuzdaki çiçek aşısı izini çocuğunuz taşımayacak. Belki onun çocuğu da hepatit B aşısı olmak zorunda kalmayacak.
Aşının içinde bulunan madde aslında virüsün bir parçasının rekombinan teknikle yani laboratuarda suni olarak üretilmiş şeklidir. Bu madde vücuda girdiğinde çoğalmaz ve enfeksiyon yapmaz, ancak yabancı bir madde olarak algılandığından özgün antikorlar üretilir. Bu antikorlar vücuda virüs girdiğinde virüsü hemen tanıyarak yok ederler.
Aşı HBsAg ölçümü yapılan ve bu sonucu negatif olanlara uygulanır. İlk dozdan bir ay ve altı ay sonra olmak üzere toplam üç doz uygulanır (bu şema değişebilir). Aşı bittikten belli bir süre sonra kanda virüse karşı antikor gelişiminin seviyesi ölçülmeli ve gerekirse bir doz daha uygulanmalıdır. Aşının beş yıl aralıklarla tekrarlanması önerilir.
Başta risk altında olanlar olmak üzere tüm bireyler Hepatit B’ye karşı aşılanmalıdır. Ailedeki fertlerden birinde taşıyıcılık olması durumunda tüm aile bireyleri aşılanmalıdır.
Hepatit B virüsü taşıyan biriyle temas edilmesi durumunda (cinsel ilişki, kan alınması esnasında iğne batması, ameliyat ekibinin eline iğne batması, aynı ortamda yakın ilişki içinde bulunmak gibi) aşısız olan kişiye temastan sonraki ilk 48 saat içinde koruyucu Hepatit B immun serumu uygulanır ve aşı başlanır.
Henüz Hepatit B aşınız yoksa ihmal etmeden hemen bir sağlık kuruluşuna başvurarak aşınızı yaptırın…